İSTANBUL GÜNLERİ
Her yazıda ‘Ben bu hayatın hızına yetişemiyorum artık!’ diye de, başlamaz ki...
Evet Boston dönüşü gece gündüz kavramım bozuldu ama uykusuz geçen saatler, bana İstanbul’da kaçırdığım gündemi yakalattı...
Okumak isteyip de okuyamadığım köşesi kıvrık kalmış kitaplar, sonra okurum diye kesip sakladığım yazılar, düzenlenmesi gereken resimler, fotoğraf dosyalarım... Yokluğumda kaydedilip saklanan, kaçırdığım diziler, DVD’lerin seyredilmesi, derken, günler saatler geçiverdi işte... Dün akşam oğlumla telefonda konuşurken ‘Anne nerelerdesin? Sesin çıkmıyor!’ dediğinde de bu yazı çıkıverdi işte...
‘Buralardayım ve bunları yaptım...’
TİYATROYA GİTTİM
Levent’teki İş- Sanat salonunda, Bolluca Çocuk Köyü yararına düzenlenen gösterim gecesinde, Ali Poyrazoğlu’nun yazıp- yönettiği oyunu gördüm ‘BEN ESKİDEN KÜÇÜKTÜM’.
‘Satıyorum bayanlar baylar, "Ben Eskiden Küçüktüm" oyununda sahnenin tozunu satıyorum...’ diyerek sahneye gelen, , Ali Poyrazoğlu’nun devleştiği... Tiyatroda yaşadıklarını bizle paylaşırken, bizi eski günlere, anılara sürüklediği, oyununun içine alıp oyuncu ettiği, bu son sahnelediği eseri seyrederken ‘Bu bir veda değildir umarım’ diye düşündüm hep. Zaman zaman gözüm doldu, göz yaşım yanağımdan yuvarlandı, çoğu zaman güldüm, bazen de ‘Güleriz acınacak halimize’ diye hüzünlendim.
“Ben eskiden küçüktüm. Serçe olmak isterdim. Kar yağarken camın kenarına oturur, bir serçe olduğumu düşlerdim. Uçar giderdim evden dışarıya. Gider başka bir evin camının önüne konuverir, içeriyi dikizlerdim. Ne olup bitiyor, içerideki çocuk niye ağlıyor? Bir kalp kırılınca nasıl bir ses çıkarıyor? Gözyaşının sesi olur mu? Olur, bilirim. Biz duyarız gözden akan yaşın sesini. Kırılan kalbin sesini. Hepsini toplar oyunlara dönüştürürüz... Tek derdim bu anlamsız, saçma küçük dünyalarımıza bir serçenin kanat çırpışının izini bırakmak. Öyküleri paylaşırım sizlerle. Bir iz kalsın diye. Bir serçenin ayak izleri kalsın sahnenin tozunun üstünde diye... Hepimiz uçmak isteyen tek kanatlı serçeleriz; ancak birbirimize sarılarak uçabiliriz.”A.P
Ve perde kapandı, kar taneleri ve sahne tozları altında…
Gülümsiyen mutlu yüzler, ayakta tonlarca alkış, geceyi noktaladı.
Özlemişim tiyatroyu, sahne ile özdeşleşmeyi...
MÜZE GEZDİM;
Karlı günleri geride bıraktığımız ve ilk cemre düşüşü ile havanın ısınması sayesinde, sabah erkenden, birkaç arkadaş kendimizi, Pera’da bulduk.
Suna ve İnan Kıraç vakfının bizlere kazandırdığı Pera Müzesi çok etkileyici. Tepebaşı’n da, 1893 yılında mimar Achille Manoussos tarafından inşa edilen, tarihi Bristol oteli, Mimar Sinan Genim tarafından yeniden yapılandırılmış. Dış cephe tamamen korunurken içi modernleştirilmiş. 2005 Haziran ayı başlarında kapılarını bizlere açan Pera Müzesi tam bir 'müze-kültür merkezi'. Pera Müzesi'nin başlıca bölümleri: Suna ve İnan Kıraç Vakfı'nın üç özel koleksiyonunun sergilendiği 1. ve 2. müze katları (2. kat: Sevgi ve Erdoğan Gönül Galerisi); çok amaçlı sergi salonları (3. 4. 5. katlar), oditoryum/fuaye (bodrum kat) ve giriş katında yer alan Resepsiyon, Perakende-Art shop ve Peracafé....
Müze ve Sergilerden notlar; Müze katlarından ilkinin büyük bölümünü kaplayan Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri Koleksiyonu, eski çağlardan günümüze Anadolu'da kullanılagelmiş ağırlık ve ölçü birimlerinin, çeşitli malzeme ve tekniklerde üretilmiş tartı ve ölçü aygıtlarının seçkin örneklerini, tarih ve arkeoloji tutkunlarına sunmakta; aynı katın başka bir kanadında sergilenen Kütahya Çini ve Seramikleri Koleksiyonu, bu türün çarpıcı güzellikteki parçalarıyla kültür tarihimizin çok iyi tanınmayan bir yaratı alanına yeni ışıklar tutmayı amaçlamaktadır. Suna ve İnan Kıraç Vakfı'nın üç yüzü aşkın tablodan oluşan Oryantalist Resim Koleksiyonu'ysa 17. yüzyıldan 19. yüzyıl başlarına uzanan bir dönemde Osmanlı dünyasından esinlenmiş Avrupalı "oryantalist" ressamların önemli yapıtlarını biraraya getiren zengin bir koleksiyondur. İmparatorluğun son iki yüzyılından çok geniş bir görsel panorama sunan bu koleksiyonda, sanat tarihçilerinin tek 'yerli oryantalist' saydığı Osman Hamdi Bey'in yapıtları ve ünlü Kaplumbağa Terbiyecisi tablosu da yer almaktadır. Koleksiyon, bir süre önce yitirdiğimiz Sevgi-Erdoğan Gönül çiftinin özel koleksiyonlarından birçok tabloyu da kapsamaktadır ve müzede onların adını taşıyan Sevgi ve Erdoğan Gönül Galerisi'nde, uzun süreli tematik sergiler çerçevesinde, bölüm bölüm sergilenecektir. Bu sergilerden Haziran 2005 başında açılan ilki, İmparatorluktan Portreler başlığını taşımakta ve kolleksiyondaki padişah, şehzade, sultan, büyükelçi portreleriyle, değişik dönemlerden, değişik sınıflardan insanları betimleyen, genel anlamıyla 'portre' niteliğindeki tablolardan oluşmaktadır. Aile koleksiyonlarını sergilemeye yönelik bu 'özel müze' işlevinin yanı sıra Pera Müzesi'nin, gerek çok amaçlı sergi salonları, gerekse oditoryum/fuaye ve konuklama mekânlarıyla kentin bu çok canlı bölgesinde çağdaş bir kültür merkezi işlevi kazanması ve değişik içerikli sergilerle olduğu kadar, sözlü ya da görsel etkinliklerle de İstanbullulara geniş bir kültür hizmeti vermesi öngörülmektedir. www.peramuzesi.org.tr
Asansörle beşinci kata çıktım; 5 ve 4.Katları kapsayan fotoğraf sergisi HENRI CARTIER BRESSON’un... Nisan dokuzuna kadar sürecek sergide sanatçı, fotoğraf karelerinde dondurduğu, bir göz açıp kapama süresi içindeki anları ve anıları bize görselleştirmiş. 1908 – 2004 senelerinde yaşamış sanatçının 1931 senesinden beri çektiği fotoğraflar tarihe, yaşama, zamanının ressam, heykeltraş ve siyasilerine, sokağa, savaşa tanık ediyor bizi.
Söyleşinde ünlü olmayı ‘Korkunç bir şey!’ olarak tanımlayan sanatçı; ‘Fotoğraf, varolmanın metaforudur’ diye de fotoğrafçılık için düşüncelerini dile getiriyor.
3. Kat; Kadınlar, Resimler, Öyküler – Türk resim sanatında modernleşme süreci içinde kadın... Yirminci yüzyılın başlarından günümüze doğru, kadının; Sosyal, ekonomik, kültürel değişimini resimlerle izliyoruz..
2. Kat; Sevgi ve Erdoğan Gönül Galerisinde İmparatorluktan Portreler sergisi var.
Suna ve İnan Kıraç Vakfı Koleksiyonu'ndan seçilmiş yapıtlarla 18. yüzyıldan 20. yüzyıla Osmanlı Dünyası ve Osmanlılar,
İmparatorluktan Portreler
Sultanlar ve Portreleri
Elçiler ve Ressamlar
Topluma Yönelen Bakışlar
Batılı ressamların gözünden kadınların dünyası ve "harem"
Osmanlı kadını ve gündelik yaşam
Kadınlar, giysiler, portreler
Pera’dan çıkınca Beyoğlu'nla bütünleşmek insanı heyecanlandırıyor.
Flamm'da yemek yedik. (Sofyalı Sokak 16-1 Beyoğlu)
Asmalımescit’te açılan bu bar-restoran, modern dekorasyonu, eski tuğla duvarı ile çok hoş. Çalan müzik, kıvamında ve keyifli. Yemekler leziz.
Sohbet koyulaşıyor, kahveler içiliyor. Dönüş yolunda, kat otoparkında ki kestaneciden alınan, sıcacık kestaneleri arabada yiyip, kıkırdaşırken, İstanbul'un yoğun karmaşık trafiği bile, keyfimizi bozamıyor..
BİR KONSER İZLEDİM
Akbank Sanat’ta FAZIL SAY piyano konseri;
En üst katta bulunan, cam tavanlı Café'de, iyi hazırlanılmış bir kokteylle, gece başladı.
Konser salonu ikinci katta. Salona yerleşiyoruz. Eyvah! Salon havasız ve sıcak. Yukarda biz ağırlanırken, niye buz gibi etmemişler ki burayı diye sıkıntı ile düşünüyorum. Simsiyah perdeler, simsiyah sahne. Bir çiçek olsaydı bari, gözü oyalayan.
Deli gibi, dağıtılan programın arka sayfasına, notlar karalıyorum. Salon bastı, oyalıyorum kendimi, yoksa çıkacağım...
Piyano'da Fazıl Say, Bach-Busoni (Re minör) Chacconne seslendiriyor. Parmaklarını seyrediyorum, tuşlarda uçuşuyor. Sanatının doruğunda bir sanatçı. Sıcağı ve havasız ortamı düşünmemeye çalışıyorum. Tepemizde yansıyan spotlar nefes almamızı zorluyor. Bakıyorum, bazıları benim not kağıdı yaptığım programla, yelpazeleniyorlar. Müziğin keyfini, 'Bu havasızlık kaçırmacak, izin vermiyeceğim!' diye yazıyorum. Parmaklar; Bir vals yapıyor, bir fırtınaya tutuluyor sanki. Fazıl Say saçının telinden, vücudunun her kasına kadar piyano ile bütünleşmiş çalıyor, çalıyor. Nerdeyiz unutuyorum. Alkışlar yükseliyor.
Şimdi, Beethoven (Ops.31 No 2 Re minör) Sonat'ını dinliyoruz (Fırtına)... Super performans, kar tanelerini düşünüyorum, bir esinti geliyor sanki yüzüme notalarla...
Ara... Havalandırmanın 'Ses yaptığını!!'... Söylüyorlar. 'On dakikacık açsalar bari' şu an sahnede kimse yok... Ama hayır!
İkinci yarı; M.Mussorgsky (Bir sergiden tablolar) Doyumsuz nameler... Super performans.
Alkışlar ve bis... Bir Türk bestecisinden yorumlanan piyano nameleri, ardından durmak bilmeyen alkışlar, bizi kırmıyor ve tekrar sahnede. Sanatçının yorumundan Gershwin'in Summertime'ı... Şimdi spotlar; Parlayan güneş oldu, ısı keyif... Dişlerimin arasında sazdan bir çubuk, başımda hasır şapkam, güneş ışıkları hüzmeleniyor, kıyıdayım, sahile vuran minik dalgaların çırpıntı seslerini duyuyorum...
Summertime,
And the livin' is easy
Fish are jumpin'
And the cotton is high
Your daddy's rich
And your mamma's good lookin'
So hush little baby
Don't you cry
One of these mornings
You're going to rise up singing
Then you'll spread your wings
And you'll take to the sky
But till that morning
There's a'nothing can harm you
With daddy and mamma standing by
Summertime,
And the livin' is easy
Fish are jumpin'
And the cotton is high
Your daddy's rich
And your mamma's good lookin'
So hush little baby
Don't you cry
Tesekkurler Fazıl Say ellerin dert görmesin...
Yine bir İstanbul Günlüğünde buluşmak üzere...
Tülin Erkaya
(22.Şubat.2006)