Geçen gün üst katta Sarp’ın kendi evine taşınması ardından ne zamandır girmediğim çekmecelere ve dolaplara daldım.
Bir ayakkabı kutusu içine doldurduğum seyahat notları, gittiğim yerlerden oraları unutmamak için topladığım kibrit kutuları, peçeteler, ve ıslak mendil poşetlerinde anılar ve kokularla kendimi zaman içinde yolculuk yaparken buldum.
Rapolla’da, Vesuvio’da yediğim pizzanın tadı dilimin ucunda, kokusu burnumda... Santa Margarita Ligure’deyim...
Aldo Bezzi’nin tablosunda Portofino’nun yol taşlarında, bu küçücük balıkçı köyünün doğal limanındayım. Özünü ve dokusunu hiç bozmadan
korumuş halini, yarı kullanılmış bir kibrit kutusu elimde, çatı katımızın aralığında tekrar yaşadım.
Bulduğum broşürler, Quick Guide’larla birden anılarım canlandı ve şimdi altmış yaşıma bir sene kala, elli yaşıma girdiğim o zaman dilimine ışınlandım. 2000 yılını düşündüğümde, o yıllara gelebileceğimi hayal bile edemezken, yarım asırlık oluvermiştim.
Kendi kendime doğum günümü değil, ellinci senemi!! Kutlamaya karar vermiştim.
Füsun, Serap ve ben Mayıs ayında Londra’da buluşarak kutlama sürecini başlattık.
InterContinental Hotel- Park Lane’de cam kenarında Füsun’u beklerken küçük bavulunu çekerek gelişi, subway’den çıkışı şu an bile gözümün önünde. Ara kapıyı açtırdığımız odalarımızda, keyifle çene çalışımız, Serap’ın kahkahaları.
Londra’yı tekrar keşfetmemiz.. Otelimize yerleştiğimiz an pijama partimiz de başlamış olmuştu...
Sarp'ın bahar tatiline denk geldiğinden o da Boston'dan Londra'ya geldi. Güzel yemekler, bol yürüyüş, bol bol sohbetle dolu unutulmaz günler hızla geçiverdi... Hiç gülmediğimiz kadar güldük, yeniden çocuk olduk.
Sarp ve ben; Boston'a, Serap; Philedelphia'ya evine, Füsun; İstanbul'a uçtuk.
Zor ayrıldık.
Beraberlik cok keyifli idi.
Bu parti havası, Las Vegas ve San Diego şehirlerinde başka arkadaşlarımla buluşma ve kutlamalarla devam etti.
Bu yazıyı yazmaya başladım, araya seyahatimiz girdi. Tekneye geldik ve Göcek'ten Bodrum'a mavi yolumuz başladı.
Türkbükü'n de teknede, yanlız kaldığım ilk gün, tekrar kalem kağıdımı çıkardım.
Elimde San Diego kitapcığı, ellinci doğum günümü kutladığım şehri, İlknur'ların evinde çektiğimiz resimleri, oraya gitmeden kaldığımız Las Vegas resimlerini notları karıştırıyordum ki telefon çaldı.
Yazımı beklenmedik bir şekilde yarım bıraktım ve kaç ay geçti?
Şimdi tekrar ekranın başına oturabildim, ben anılarla haşır neşirken...
Füsun telefon etti ve ‘Karaciğerinde bir kütle olduğunu ve acil ameliyata gireceğini’ söyledi.
Dünyam durdu o gün.
Bugünse; Canım arkadaşım, bu hastalıkla, geçirdiği başarılı bir ameliyat sonrası, mücadele ediyor. Kalbim dualarım onla...
Bense bu arada babamı kaybettim.
Hayatın bize hazırladığı anları yaşıyoruz işte...
Sevinç, üzüntü, hayal kırıklığı, umut, yaşamın sunduğu süprizler, mutluluk,
sevgi, sevgisizlik, unutabilmek, affedebilmek, sağlık, hastalık hepsi bizim için... İçiçe.
Güldüğümüz kadar ağlıyoruz nerdeyse.
Sevinçle döktüğümüz gözyaşı veya mutluluk gözyaşları... Ya da gerçek üzüntü yaşları... Hepsi hayatın anları ve herşeyi ile bizim...
Bence, hayatta en önemli şey, iyiyi yaşarken, onun keyfini sonuna kadar çıkarabilmek.
Mutluluk anlarını iyi depolayalım ki, mutsuzluk yaşadığımızda enerjisiz kalmayalım.
Sevgiyle kalın, kalalım!!
12.12.2009
İstanbul
(SERAP - FÜSUN - TÜLİN ) " BU YAZ İSTANBUL'DA " 2009