Dünya ile ilişkinin ilk resmini bulmak...
Derinlere inmek, zihni zorlamak, ilk resmi, ilk anıyı, akılda kalan ilk mekanı bulmak...
İlk görüntüler, annemin bordo kadife yere kadar uzun sabahlığının altına koşarak kaçmam ve oraya saklanmam.
Çünkü babam, uzun koridora sıralanmış odalardan birine saklanır, ben anneme doğru koşarken, benle şakalaşır ''boo'' diye ortaya çıkar, bense; çığlıklarla, kahkaha atarak, mutfakta üşümemek için, sabahlığını giymiş, iş yapan annemin, eteklerinin altına girerdim...
Pencerede oturup dışarı bakar, beyaz giymiş bahriye subaylarını gördükçe; "Babalay geçiyor, Babalay'' diye bağırıp annemi utandırmam... Bunu hatırlıyormuyum? Yoksa anlatıla, anlatıla aklımda mı kaldı bilmiyorum...
Üç yaş mı? O zaman, 1953 Yılları yani....
Anılarımda ki ilk ev, bir göz Dr'unun evi olan kocaman bir köşktü.
Orada kiracı olarak oturuyorduk.
Bahariye'de, şimdi büyüdüğüm o bahçede, 13 tane apartman olduğuna göre, bahçenin ve evin, ilk anlarımda olması normal, kocaman otların arasında kaybolur, bahçeden meyva toplar, bisikletimle dolaşırdım. Bir emir erimiz vardı. Bahçede beni hiç yanlız bırakmazlardı…
Ben ise kaybolmaya bayılırdım...
Yine bir anı; Mustafa isimli bir emir erimiz vardı. Bir sefer, izininden dönüşte, dönüş yolculuğu boyunca, kaputunun altında gizleyerek taşıdığı, yeni doğmuş bir kuzuyu, sürpriz yapıp bana hediye getirmişti. O kuzucuk ile bahçede, saklanbaç oynardık…
Beni, saklandığım yerde bulur, dört ayağının üzerinde dönerek, sevinçle zıplardı.
Ya, babamın Malta'dan getirdiği, kırmızı topumun, o koca bahçede bir gün içinde kaybolması ve benim günlerce ağlamam!! Unutamam...
Çenemin altından ince bir lastikle bağlı kırmızı şapkam, kırmızı paltomla annemin okuldan geldiğimizde; (O Lisede öğretmen, bende anaokul öğrencisi idim) sobayı canlandırıp, odanın ısınmasını beklemeniz ve sıcak bir şeyler içmemiz... 1954/ 57 yılları olsa gerek...
Annemin okuluna gidişim; Çamlıca Kız Lisesinde öğretmendi ve anneme hayran kız talebelerin kucağından inmez şımartılırdım... 56/57 yılları...
Bursa'da dede evi... Kocaman incir ağacımız vardı. Uzun bir sopa ucunda tenekeden yapılmış bir huni; Dedemin icadı olan bu incir toplama sopası ile, incirleri toplardık.
Dut ağacı ise altına serilen büyük bir sofra örtüsüne silkelenir ve dutlar taze taze bahçede keyifle yenirdi. Bahçedeki çeşmede, akan suyla saatlerce oynardım.
Dede anıları yoğun; Tatillerde, İstanbuldan vapurla Yalova'ya, Yalova'dan Bursa'ya, otobüslerle giderdik. Vapurdan inince bağıran tellallar, ilk kalkacak otobüse adam toplardı.
Bursa'da ki bu dede evine, çok yakın olan camiide, günde beş defa okunan ezan sesi sayesinde, ezbere ezan okumayı öğrenmişdim ufacıkken...
Selamlık ve ana ev, mutfak ve hamam, orta avlulu bir bahçeye bakardı. Her sene kireçle boyanan temel taşları, tahta cumbalı pancurları olan bu dede evi, tüm ailenin, yazları, okullar kapanınca çoluk çocuk toplaştığı, kahkaların ve bazanda çocukça kavgaların, duvarlardan taştığı, aile evimiz. Odalarda çepeçevre sedirler vardı. Üzerlerinde, zıp, zıp zıplardım.
Dedemim ''Bre! Bre!'' diye beni yüreklendiren sesi, yaramazlıklarım... Ailenin, en küçük bireyi olduğumdan, her kucakta bir lokma yemek yemem. Teyzemin hamur tahtası. Minik parmaklarımla ilk yoğurduğum hamurlar. Onları üşenmez, kızartırlar ılık, ılık pudra şekerine banar, keyifle yerdik. Tabii ben, maydonozla beyaz peyniri ezer, yeni bir mıncık olayı yaratır,
bu kızarmış hamurları, peynirle yerdim… Acaip gururlanırdım yemeklerimle...
Yaptığım köfteler çok küçük olduğundan, pişince, mangalın ızgara aralığından düşer,
küllenir, ama külü üfleyip yine yerdik...
Bayılırdım teyzemle yemek yapmaya... İncir ağacının altına büyük bir sofra kurulur, dede evinde toplanmış kız kardeşler, torunlar keyif yapardık... Yemek sonunda, küllenmiş mangal ortaya gelir, bir sepete kulpsuz fincanlar dizilir, anında değirmenden çekilen kahve, kızgın küllenmiş ateşe sürülen cezvede kabaran taze kahve kokusu odaya dolar, annem minik bir ekmek parçaşını kahveye batırır, bana kahveyi tattırır, ben daha çok isteyince;
''Çocuklar çok kahve içmez ! Arap olursun!'' derdi...
Sekiz dokuz yaşlar yine Bursa dede evi; Anılar...
Teyzemin kızı dikişe başlamış, bana bir şeyler dikiyor. Prova yapıyor. Rahat durmuyorum tabii... Kıpır, kıpır... Kimse bakmıyorsa toplu iğne bir yerime giriveriyor.
Ağlıyorum...'' Rahat dursana çocuk!!!'' Perihan gittiğimize çok sevinir, ama muhakkak bir göz yaşı sahnesi yaratırdı. Ağabeyi Orhan, ailenin en büyük torunu... Erkek olmanın ilk adamları; Gizli, gizli sigara içer!! ''ŞŞiişşşş!!.. İşaretini ondan öğrendim.
Ankara seneleri ve tatilleri, ortanca teyzem Nebiye, canım Ferit eniştem, teyzemin kızı Tülay, oğlu Turgay... Bahçe içindeki evleri... Kazlar, tavuklar, komşular...
Amerikalı komşu kızı Andrea... İlk anılarımdakiler... ''Tısssss!!! ''Diye kazlar, beni kovalar, bende onları kollarımı arkaya atar, geri kovalardım.
Eniştem, üç ayaklı fotoğraf makinasını kurar, aileyi bir araya toparlar, resimlerimizi çekerdi...
Ve Gölcük!! Şimdi depremde yerle bir olan askeri şehir. Minik sandalımla ilk kürek çekişler. Babamla, üç tekerlekli bisikletimle başlayıp, iki tekerlekli bisikletle dolaşmalarımız.
Teyzem ve Amcam ve kızları Ayla, ailenin ikinci büyük torunu. Babamın en sevdiği yeğeni; ''Elime doğdun'' derdi. Gölcük anılarımı kazıyorum. Ordu evinde, bebeklerimizle evcilik oynadığımız, sevgili arkadaşım; Fatoş Kayacan.. Sonra onunla aynı ilk okula da gittik, hala karşılaşıyoruz.. Bana unuttuğum, nice anılarımı hatırlatıyor...
Gittiğim yuvada, ingilizce konuşulurdu ve ilk okula başladığımda ingilizcem epey ilerlemişti... Moran Okulları... Merdiven cezaları... Yemekler, berbat da olsa bitirmeden, kalkılamayan sofralar... Kurallar, kurallar... İlkokula, yuvadan sonra yine Moran'da devam ettim. Önlük giyilmezdi. Herkes, beyaz yakalı, siyah önlüklerle okula giderken, biz günlük kıyafetler giyerdik.
Hiç unutmam bir gün, iki sıra arasında ellerimin üstünde sallanıyorum. Ayağım arkadaşıma çarptı. Beni şikayet etti ve zorla özür dilettirildim... Kasten yapmamışdım ve bu özür dileme çok zoruma gitti. Okula gitmek istememeye başladım. Ve direncim, boykota dönüştu...
Babam ciddi bir konuşma yaptı, okulla ve tabii benle de...
Kararlığım ve direncim karşısında okul değiştirdik. Kadıköy Kız Lisesine transfer oldum...
Gri formalarımız, beyaz gömleklerimiz, kurdeleden boyun bağlarımız ile, artık kendimi daha okullu hissediyordum.
2.3.4üncü sınıfları orada okudum...
5. Sınıfta öğretmenimin ardından yine okul değişimi ile Marmara Kollejine transfer oldum.
O okulda, bir sene okudum ama anılarım, nerdeyse günlük ve capcanlı...
Hele, sevgili arkadaşım Oya ile, o günlerden bu günlere hala arkadaşız. Okulun mermer merdivenlerinde oturup çene çalışımız dün gibi… Ne mutlu bana.
Biraz daha akıl çekmeceleremi karıştırıyorum. İlk yazlık sinema keyfi...
Tahta iskemleler, içine leblebi atılarak, içilen gazozlar… Film başlamadan önce muhakak bir şarkıcı sahneye çıkardı. Nilüfer, Erol Evgin, Barış Manço, Dadaşlar, Erkin Koray… Mini bir konser olur, sonra film başlardı... Ilık yaz geceleri, filim sesleri havada yankılanır, tatlı bir esinti insanın yüzünü yalardı.
İlk kebabım, Kadıköyde Gençlik Kitapevi karşısında açılan, şimdi adını unuttum, ortası havuzlu kebapçı…
Baylan Pastahanesi; Ve meşhur en beğenilen, dondurmalı, krokanlı çeşitli kuplar ilk orada yendi…
İlk kaşarlı tostla tanışmamız...Beyoğlun'a, Tünel'den çıkar, Galatasaray Lisesinin karşısında açılan tostçuya giderdik. Saç örgüsü şekilli ekmeğin içinde, erimiş peyniri ilk orada tattık.
Taş bebekler, elektrikli trenler yine oradaki oyuncakcıdan alınırdı, satılan herşey tek ve özeldi.
Sosisli sandöviç yemek ve özel tatlar için Beyoğlu Bab Kafeterya'ya gidilirdi.
Bahariye'deki o koca bahçeli evde, yan köşkte bir aile yaşardı.
Turşu kurar, sirke imal eder, asma yaprağı tuzlarlardı.
Adam, paçalarını sıvar, tahta havuzlarda, çıplak ayakları ile yaprakları veya üzümleri ezerdi…
Ee, komşuyuz ya, bize de mamullerini yollarlardı, annem nedense huylanır, yollananları çöpe atar bir yandan da görecekler diye üzülür ve saklardı çöpte onları.
O zaman komşular birbirinin çöpünü bile bilirdi…
Evimizde suyumuz, üstü özenle hazırlanmış bir tülbetle örtülü küpte saklanır, yazın ıslak bezler, hiç kurumayacak şekilde küpe sarılır, suyun serin kalması sağlanırdı.
Yiyecekler, özellikle kahvaltılıklar, tel dolabında saklanırdı.
Yazın buz alınır, tereyağı ve yemekler bozulmaktan korunurdu.
Nerden de hatırladım? Bu yazıyı yazarken susadım; Serin, serin suyumu içerken, anı çekmecelerimden çıkıverdi işte… "Frijder" Marka buzdolabımızın geldiği günü hatırlıyorum. Mutfaklarda, öyle bir dolaba yer olmadığından, holde dururdu…
Uzun süre, ''Frigidair'e, Frijder'' dedik. Sonra ''Buzdolabı'' oldu, bu soğutucu dolabının adı...
Mahalleden geçen yoğurtçudan alınırdı yoğurt. ''Yoğurduuuum Kaymak'' diye bağırır... Çağırınca kapıya gelirdi...Terazi gibi omuzuna astığı iki yoğurt tepsisini, dengeler, yoğurdu keser, tartar verirdi. Üzerinde parmağım kadar, kaymağı olurdu.
Yoğurdu, üzerine toz şeker serper yerdim. Kıtır, kıtır.
Tatlı sevmezdim ama, ona bayılırdım. Ama şekerler erimeden yenecek, erirse sevmezdim...
Bozacı, sütçü, eskici... Eski alır ithal tabak satarlardı... At arabalı manav sokak aralarında dolaşırdı.
Oturduğumuz her evde, hem evin içinde, hem bahçede muhakkak bir salıncağım oldu...
Eve daha yerleşmeden, ilk bana, bir salıncak, kurulurdu. Koridorda öyle bir uçardım ki, geriye gittiğimde popom tavana değer, bacaklarımla aldığım güçlü kolonla, ayaklarım, öne gittiğimde, yine tavana değerdi.
Finale dogru bu yolda şu soru geldi aklıma? Okuduğum bir kitapdan aklımda kalmış...
''Çocukluğunuzda, hiç sizi diğer çocuklardan ayrı bırakan bir hastalık ya da benzer bir şey geçirdiniz mi.
Ben geçirmedim ama annemin hastalıkları oldu tabii…
Tek çocuktum ve herşey benden beklenirdi...
Bir bakış açısına göre; ''Normal bir çocukluluk geçirmeyen, kendilerini diğer çocuklardan ayrı gören insanlarda, bir takım nevrozlar gelişiyordu. Bu nevrozlar, bir süre sonra onları sanat yapmaya itiyordu''
Hımm!! Ondan mı yazıyorum? Ondan mı bu web sitesini yaptım acaba…
Neyse...
''Doğan Kardeş Yayınları'' ilk dergilerim... İlk kitaplarım...
Abone olmuştum ve her sayının gelişini, heyecanla beklerdim…
Pembe Evin Kedisi, Gri Şapkalı adam, Yeşil Mühürlü Mektup…
İlk Okuduğum gizemli çocuk dedektif kitapları ve hiç unutmam onları…
Bu anıların sonu yok!
Yazdıkça devamı geliyor...
Soluk almak üzere ara veriyorum.
Yine yazacağım ama…
Kasım 2009
New York
İstanbul