celine outlet hermes outlet

YOLCULUK

Defterimi Yalıkavak Marina’da ki Migros'tan aldım. Okulların açılmasına az kaldı. Okula dönüş günleri için kırtasiye bölümü hazırlamışlar. Özenle bir defter seçtim, kalemimi hazırladım.

7.Eylül.2009 –Pazartesi ( 1. Gün)

Güncelerimi yazacağım, an ve an ve sonra web siteme geçireceğim.
İyi yolculuklar olsun dileyelim…

Bugün tekneyi Bodrum’dan Göcek’e geri götürmek üzere Yalıkavak Marina’dayım.
Aytaç Moskova’ya, Sarp’da Amerika’dan gelen arkadaşları ile Göreme’ye gitti bu hafta.

Serap, Bob, Melisa’nın da Philedelphia’dan tatile gelmesi ve Bodrum’da buluşabilmemiz ile bu yolculuk birden keyfe döndü. Biraz önce marinaya geldim, bugün standart fırtına günlerinden biri.Takvimde bugüne 7.Eylül “Bıldırcın Geçimi Fırtınası” yazıyor.”Türkiye Sahillerinde Yıllık Fırtınalar Cetveli” hiç şaşmıyor. Teknenin çalkantısı ve rüzgarın şiddeti beraberinde üst güvertede bu satırları karalarken, kayaların üstüne tünemiş martılar, benle birlikte fırtınanın dinmesini bekliyorlar… Misafirlerim geldi. Kamaralarına yerleşiyorlar. Oya da Bodrum’day mış. O’da katıldı bize. Hep beraber, akşam yemeği yedik. Bob ve Melisa, dar dar konuşan bu üç okul arkadaşın çenesine, iyi dayandı doğrusu. Yarın yola çıkacağız. Oya bizden ayrıldı gece. Kaldığı arkadaşının evine döndü.

Mönü; Tavuk ve Bonfile ızgara – Pilav – Salata – Patlıcan Sarma Zeytinyağlı – Kabak Zeytinyağlı ve Barbunya Fasulyesi...

 

8.Eylül.2009 – Salı ( 2.Gün)

Sabah altıda demir aldık. Hava ağarmadan yola çıkmaya dün geceden karar vermiştik. Dünkü fırtınadan kalan ölü dalgalar, Yalıkavak Marina’dan çıkıp Turgutreis’i dönerken güm, güm alttan vurarak teknenin gövdesini zorluyor. İstikamet Bozburun, iki saatlik bir yolumuz var. Deniz sakinleşince, uyumaya devam etmeye karar veriyorum.

Biraz önce, güneşin ışıkları ısınırken, Bozburun’a giriş yaptık. Sakin bir koy bulup bağlandık. Kahvaltı soframızı kurarken, sandalla yanaşan bir balıkçıdan, pidemizi alıyoruz. Güzel bir kahvaltı, çay keyfi derken, günlük gazeteler geliyor.
İstanbul’u seller götürmüş. Isı 10 derece birden düşmüş. Buralarda da hissediliyor zaten, rüzgar daha serin esiyor artık. Offff… Koca yaz geçti bile.

Bir balıkçı, kayığı ile yanaşıyor. Elinde kocaman bir sinarit balığı “Abla alır mısınız taze balık şimdi yakaladık” diyor. Biraz pazarlık, biraz sohbet, resimler çekiliyor ve balığı alıyoruz. Deniz ılık. Yazın tüm ısısını depolamış. İnsanı sarıyor, sarmalıyor. Dinlendiriyor ve okşuyor sanki. Uzun, uzun yüzüyor bir yandan çene yapıyoruz . Ayrı kaldığımız günlerin acısını çıkarıyoruz.

Öğlen Mönüsü; Makarna – İsteyene göre çeşitli soslar hazırlanmış; Kremalı mantar sosu, Domates Sosu. Benim favorim ise, ufalanmış, bol Maydanozlu Beyaz Peynir. Permasan rendesi, Kavrulmus Kıyma da var…

Sarmısaklı Yoğurtlu Semizotu Salatası, Patates Salatası (Zeytin ve Yumurta ile süslenmiş) ve Zeytinyağlı Pırasa…

Yemekten sonra biraz güneşlenme, sohbet, kitaplara gömülme…
Ben sürpriz yapacağım ya! Gizli gizli, günlük tutmaya devam ediyorum…

Çay ve gözleme saatini unutmayalım. Artık hava erken kararıyor. Günler kısaldı.
Kıyıda keçiler toplanmış meeeliyorlar. Gülden’e telefon açıyorum, o bayılır bu keçilere, gülüşüyoruz. Biraz rumiko oynuyoruz. Okey taşları ile oynanan bir oyun bu.

Akşam Mönüsü; Balık Çorbası – Deniz Börülcesi Salatası – Çoban Salatası – Balık filetoları (Sinarit) Teflon tava da  pişmiş- Pazı Dolması Zeytinyağlı.

Oyun oynuyoruz; Serap, Melisa ve ben. Bob kitap okuyor.
Biraz, tekne etrafında yürüyüş yapıyoruz.
Offf!!! Çok mu yedik ne?
Sabah erken uyanacağız.
Yolumuz var.

 

9.Eylül.2009 – Çarşamba (3.Gün)

Sabah 7'de demir alıyoruz. Kamarama demirin çekilme sesi mırıl, mırıl geliyor.
Uyanmak istemiyorum. Motorların sesi ninni gibi, tekrar uyuyorum.
Rüya yok. Kamaranın karanlığı içinde uyku ile uyanıklık arası bir uyku bu.

Birden teknenin hızı kesiliyor, motorun sesi azalıyor, biliyorum ki artık, Fethiye Körfezinden, Göcek Koyuna giriş yapıyoruz. Hemen mayomu giyip, üst güverteye çıkıyorum. Havanın kokusu değişiyor ve çam kokuları burnuma doluyor. Göcek’deyiz!!! Tekne adeta “Evim, sevgili evim!’ diyor. Göceğin sakin suları etrafımızı sarıyor.
Domuz Adası’nda ki Panço Koyuna demir atıyoruz. Su cam göbeği.
Hafif bir rüzgar suyun üstünü ürpertiyor. Dayanamıyoruz, kahvaltıyı boşverip, suya atıyoruz kendimizi.
Balıklar altımızda sakin sakin yüzüyorlar.

Derken kahvaltı… Köy pidesi güzelce kızartılmış, Tereyağı, Bergamut Reçeli, Peynir Çeşitleri, Domates Salatalık ikilisi ve Sahanda Sucuklu Yumurta…

Bol bol yüzüyoruz…

Öğlen ve akşam yemekleri üst güvertede yenebiliyor artık, Göcek’in havası limonata gibi. Yıldızların altındayız akşamları.

Öğlen mönüsü; Izgara köfte – Piyaz – Çoban Salatası – Patlıcanlı Bulgur Pilavı – Zeytinyağlı Fasulye – Semizotu Salatası (Yoğurtlu bol Sarmısaklı) Veee de...  Bira!!

Akşam Mönüsü; Piliç Kokoreç – Salata – Fırında Patates – Zeytinyağlı Kabak.

Erken yatacağız sanırım.
Uyukluyoruz.
Sabah erken yol yaptık yorgunuz.
Biraz sohbet, biraz taş oyunu ve uykuuuu…

 

10.Eylül.2009 – Perşembe ( 4.Gün)

Teknenin arkasında, ayaklarımızı suya sallamış, sohbet ediyoruz. Bir an günü, tatilin son günü zannediyoruz. İnsan zaman kavramını kaybediveriyor böyle yolculuklarda. Sonra bir günümüz daha var diye seviniyoruz. Yarın, yani Cuma döneceğiz. Melisa ile ben İstanbul’a, Serap’la Bob Bodrum’a geçip tatile devam edecekler.
Bol bol yüzüyoruz. Minik koya dogru gidiyoruz.

Saat 14.00; Hasan Kaptan sesleniyor, yüzdüğüm yere dogru… “Dr.Hakan arıyor!” diyor.
İçim nedense “cızzz” ediyor, tekneye ulaşmaya çalışıyorum, kulaçlarım yetmiyor. “NOOOLMUUŞŞŞ?” diye bağırıyorum. Babanız diyor… “Eeee!!” diyorum. “Hakan Bey, acilen oraya gidiyormuş. Düşmüş!” “Oradan tekrar arıyacakmış “ diyor. Hızlı yüzmeye çalışıyorum ama vücudum ağırlaşıyor sanki, tekne hiç bu kadar uzak olmamıştı.
“Sakin ol” diyorum kendi kendime. Nefes nefese tekneye çıkıyorum, çocukları arıyorum.
Aytaç arıyor, Moskova'dan. Zaten o da bir gün önce dönmeye karar vermiş ve havaalanında…
Ona söylüyorum, “Babam düşmüş” diye.
Doktor arıyor "Sanırım kırığı var, ambulans ayarlıyorum, hastaneye gidiyoruz!” diyor.

Zaman durdu sanki.
Bu satırları hava alanında yazıyorum, uçağı beklerken.
Üzerime tuhaf bir sakinlik çöktü, sanki beklediğim birşey olmuş gibi. 19.30 uçağındayım.
Haber geliyor hastaneden, babamın bacak kemiği kalça kemiğine yakın bir yerden kırılmış. “Hani yumruk gibi biter ya kemik” diyor doktoru, “Yumruğun dibinde kırık.” Allahım bize yardım et.

 

Hastane günü 1- Perşembe (10.Eylül.2009) Akşamın 9’u…

Saçımın suyu ile bindiğim uçaktan doğru hastaneye gittim.
Acıbadem Hastanesi Kozyatağı'ndayız. Alp kapıda karşıladı. Sarp orada, babamın yanında, yoğun bakımdalar. Çok ızdırabı var. Ağrı kesicilerle uyku ile uyanıklık arasında, saçlarını öpüyorum. Aytaç, Moskova’dan yetişiyor. Ameliyata alacaklar. “Kan değerleri filan, stabil olmasını bekliyeceğiz” diyorlar. Yarın odaya çıkarsınız diyorlar.

 

Hastane gün 2- Cuma (11.Eylül.2009)

505 nolu odaya yerleşiyoruz. 24 saat bakacak bir hemşire ayarlıyoruz, babam söyleniyor “Hadi gidelim evimize” diye… Sancısı var. Serumlar, ağrı kesiciler, yemek yiyemiyor, damardan besliyorlar. Camın içine oturuyorum defterime yazıyorum bunları. İyi geliyor içimi boşaltıyorum. Dua ediyorum, iyilikler diliyorum. “Yazarsam daha çok kabul edilir” diye salak, salak düşünceler doluyor zihnime. Alp, Ceylan geliyor. Onlarında tatil planları vardı. “Gidin” diyorum. “Nasılsa bekliyoruz ameliyatı.” “Siz zaten döneceksiniz o zamana kadar.” Ben Cem ve Emre ile kalmaya gidiyorum. Alp’ler tekneye gidiyorlar.

 

Hastane günü 3- Cumartesi (12.Eylül.2009)

Yine hastane odasının camının içine oturdum, babamın ızdıraplı gözleri ile göz göze gelmemeye çalışıyorum. Bir şeyler yazıyor olmamı görmek, onu sakinleştiriyor. Hastaneden çıkıp Emre ve Cem’le olmak, bana hayata iki pencereden bakmak gibi geliyor. Babacığımın 87 yaşı ve minnoşlarımın 3 ve 2 inci yaş dönemleri…
Bana koca mavi gözleri ile bakan babam… Onun da bebekken koklayıp seven, güzel şeyler dileyen bir sürü büyüğü, seveni, etrafında pervane idi. Şimdi yine benim göz bebeğimin taaa içine bakıyor. Bana “Baban Olmam!”
"Çıkar beni buradan!" diyor. Saçlarımı okşuyor. “Gidelim” diyor.
Hiç birsey yapamamaktan aciz, kopuyorum. Hüngür hüngür ağlıyorum.
Nedir bu dünyanin çilesi? Zevkleri, keyifleri, hayata  böyle bağlanmamız, sevgilerimiz, kızgınlıklarımız.
Nasılda programlanmışız…

Cem nezle oldu. Gece iyi uyuyamadı. Derken Emre’de nezle oldu, öksürüyor ve rahat uyuyamıyor, yatakta oturdum yazılarımı yazıyorum. Sık sık uyanıyor, o da koca mavi gözlerle bana bakıyor. “Babanne, burnum tıkalı. Fıss, fıss yap!” diyor. Burnunu temizliyoruz. Uyumasına yardım ediyorum. Bana sarılıp omuzumda uyuyor, dik uyumak onu rahatlatıyor.
Ne mutluluk, yaşam keyfim onlar.
Sabah Cemoşun “Babanne!! Taa taaa “ diye uyanıp, yanıma koşması. Araba anahtarı elinde “Hadi araba kullanalım” demesi. Kafamdaki hersey, endişeler, hepsi uçup gidiyor. Sorgulama bitiyor.

 

Hastane günü 4- (13.Eylül.2000) Pazar

Yine hastaneye umut dolu geliyorum. Aytaç, elinde şemsiyesi, hastane kapısında beni bekliyor, en büyük eforu o verdi, dağıldığım anda parçalarımı topladı. Babamı hiç yanlız bırakmadı. Babacığım; “Oğlun olsa, bu kadar şanslı olabilecekmiydin acaba?” diye düşünüyorum. Tek çocuk olmanın zorluğu bu. Arkadaşlarım çevremde koşuşuyorlar. “Kardeşim yok belki ama, çok şanslıyım” diye düşünüyorum.
Babam bugün daha iyi. Allaha dua ediyorum "Ameliyatımız da böyle geçer inşallah."
"Bir çok zoru atlattık, bu da geçecek” diyorum.

Bu satırları, babam öğlen yemeğini mama halinde yerken (herşeyi blenderden geçirip mama gibi veriyorlar) koridorun sonunda ki oturma yerinde, camın önünde çam ağaçlarını seyrederek yazıyorum. Ağaçların altında yürüyüş parkuru ve çok güzel bir park var. Sağlık adına yürüyüş yapan, koşan insanları gözlüyorum.
İstanbul yağan yağmura, sellere teslim.

Babamın yanına dönüyorum, ağrı kesiciler onu uyutuyor, arada gözlerini açıp haberlere bakıyor. “Nedir bu?” diyor. Sel sularında, ihmal yüzünden ölen insanlar, kaderine terk edilmiş semtler, ağlayan, yakınan insanların acılarını, TV’de kendi acımızı yaşarken sessizce seyrediyoruz. Koca TIR’lar, kibrit kutusu gibi sel sularında sürüklenmiş, şöförler uyurken hayatlarını kaybetmiş. Durup durup, baştan, aynı kareleri gösteriyorlar. Habercilere gün doğmuş, sanki acı ve felaketin keyfini çıkarıyorlar. Televizyonun işi kolay, kumandası var. Bas kumandaya, değiştir kanalı, neşeli şeyler seyret.
Hayat öyle değil işte.

 

Hastane günü 5- (14.Eylül.2009) Pazartesi

Gece, ilk gün yoğun bakımda babama bakan Fatoş hemşire, dün gece babamla kalmıştı. Güzelce babama bakmış, bebek yağları ile masaj yapmış, traş etmiş, saçlarını güzelce taramış.
Ağrıları var, söyleniyor, ama gözü iyi bakıyor. Beşinci günümüze başlıyoruz.
Öğlen yemek yemek istemiyor, kalkmak istiyor. Eve gitmek istiyor.
Anneme biz dışarda iken “Hadi niye gitmiyoruz? Burada tutmayın beni artık.”diyor.
Doktoru geliyor, “Düşme yaşlılarda çok büyük bir travma yapar.” “Huyu değişebilir, herşeye, her söze hazırlıklı olun “ diyor. Daha yoğun ağrı kesiciler takılıyor, çok ağrı olduğunda, tıklıyarak ilacı verebiliyoruz rahat görünüyor, uyuyor, sakinleşiyor.

Akşam üstü sütlaç veriyorlar, kaşıkla ona yediriyorum. Yutamadığı pirinç tanelerini, dilinin ucuna alıp bana geri çıkarıyor. Aman, ilk defa keyifle bir şey yiyor.
Seviniyorum. Kulağıma bir şey söyliyecekmiş gibi yapıyor. Duyamıyorum.
İyice eğiliyorum duymak için, fısıldıyor daha da eğiliyorum.
Öpüveriyor yanağımdan, saçımı okşuyor.
Şakalaşıyorum, ama dışarı kaçıp ağlıyorum.
Bir şeyler ters gidiyor, sanki iyileşmek istemiyor.
Ağrısı çoğalıyor yine, daha ağır ağrı kesicilere geçiyorlar.

Zaman ters işlemeye başlıyormuş da o an onu yaşamıyor insan.
Kolundan takılı serumları, çıkarıp atmak istiyor. Nefesi hışırdıyor, oksijen seviyesi yükselsin diye maskesini değiştiriyorlar, ilaç spay yapıyorlar düzeliyor ve uykuya geçiyor.
Sarp geliyor. Ben çıkıyorum, o kalıyor. Sarp’i dinliyor. Bana kızıyor, hala oradayız diye.

Benden sonra Dr. Hakan geliyor ziyaretine, zorlanıyor nefesi, durumunu 'emboli'diye izah ediyorlar, ağırlaşıyor ve yoğun bakıma indiriliyor.

 

Hastane günü 6- ( 15.Eylül.2009) Salı

Sabah erken, yoğun bakıma ziyarete alıyorlar bizi. İyi değil babam. Bıraktı kendini .
Gece serumlarını yine çıkarmak istemiş, kollarını yatağa sabitlemişler.
Onu öyle görünce kalbim acıyor. Herşeyin farkında, panik gözlerle bana bakıyor, gözleri ile birşeyler anlatmaya çalışıyor. Oksijen maskesi var yüzünde. Konuşamıyor pek. Parmağımı avucunun içine sokuyorum. Elini yine sımsıkı yumruk yapmış parmağımı sıkıyor. Beni dürtüklüyor, doktor yaklaşınca çırpınıyor, oradan kurtulmaya çalışıyor, gözlerimden yaşlar akıyor ona göstermemeye çalışıyorum. Doktor hanım acaip sorular soruyor.
Sanki babam orada yokmuş gibi. Beynim zonkluyor.
Babam elimi "imdat" diye sıkıyor. Vücudu titriyor. Doktora “Niye ağrı kesicisini artırmıyorsunuz?” diyorum. Tansiyonu çok düşmüş!! Falan, filan bize bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar. Alp ayrı, Sarp ayrı sorguluyorlar, zatüre oldu, yoğun antibiyotik tedavisine başladık ama tüm vücuda yayıldı mikrop diyorlar, her şey ters gidiyor.
Emboli diyorlar, tavırları kesin değil. Şaşkınız. Yoğun bakımın başındaki Dr. bizi çağırıyor, birşeyler anlatmaya çalışıyor. Artık tek dileğim, acı çekmemesi, ızdırabını ve durumunu bilmemesi, derin uyuması, bunu doktora rica ediyorum.
İyi ki ameliyat etmediler. 3 gün o odada birşeyler yaşadık diye düşünüyorum.
Ağlıyorum çaresizlikten.
Saçımı okşadı, ben onu öptüm, göz göze bakıştık. Konuşamadık belki ama anlaştık.
Alp, Sarp, Aytaç’la el, ele tutuştu. 
Bana “Baban olmam! Kurtar beni buradan!” dedi.
Ne yapabilirim ki Allahım?
Hastanede oturamadık annemle eve gittik, o da perişan.

 

Hastane Günü 7- (16.Eylül.2009) Çarşamba

Dün gece, Kadir Gecesi idi. Gece, Alp aradı “Telefon ettiniz mi hastaneye?” dedi…
Kimse ile konuşamadık. “Acil vaka geldi, doktorlar meşgul.”dediler.
Bizde atladık arabaya hastaneye gittik. Babama baktık, oldukça ağırlaşmış, artık zor nefes alıyor. Oksijen maskesi var yüzünde, yanına gidemiyorum. O'na dokunamıyorum. Biliyorum ki artık orada değil. Benim yapamadığımı o yapmaya çalışıyor.
Eve gelince duşa giriyorum, akan sulara dua ediyorum.
"Acil şifalar ver, ya da çektirme" "Allahım sen büyüksün" diye dualar okuyorum.
Sabah yedi buçukda aniden uyandım, sanki babam yanımda idi. Fırladım yataktan. Uyuyamadım.

Saat 9.30 Dr’u aradı;"Solunum çok düşük, gelin acil imza verin tüp takacağım" dedi. Hastaneye gittiğimizde, solunumunu makineye bağlamışlardı. “İdrar çıkışı azaldı” dediler, "Böbrekleri iflas ediyor." Yanına gittim, artık gözlerini kapamışdı ve huzurlu uyuyordu. Biliyordum ki orada değildi. Nefes alan makine idi.
11’e dogru kalbi durdu.
Babacığımın yolu ışık oldu, mekanı da cennet olsun inşallah.

 

SELİMİYE CAMİİ - (17.Eylül.2009) Perşembe

Selimiye Camii'nde yavaş yavaş toplanıyoruz.

Bayrağa sarılı tabutunda babam, başında iki asker nöbet tutuyor.

İnanıyorum, o da bir yerlerden bizi seyrediyor.

Güneş bulutların arasına bir giriyor bir çıkıyor.

Çocuklarım, Aytaç, dostlarımız, babamın silah arkadaşları…

Necdet Paşa gelemeyenleri sayıyor. Zaten bir avuç kalmışlar.
Bahattin amcama, babamın can arkadaşına sarılıp ağlıyorum.
Gözleri kan çanağı olmuş, hala dimdik sırtı, ama avucumdaki eli titriyor.
Acımızı paylaşıyoruz sessizce.

Herkes namaza saf duruyor.

Kadınlar kenarda, dualarımızı okuyoruz.

Helalleşiyoruz.

Askerlerin omuzlarında, top arabasına yerleştiriyorlar babacığımı.

Bahriye bandosu, cenaze marşını çalıyor.

Ağır adımlarla, top arabasının ardından yürüyoruz.

Bomboş kafam.

Acım, acımıyor artık!

Kaldırımda insanlar, saygıyla sessiz duruyorlar.

Bir komutanın, bir babanın kaybını, hüzünlü gözlerle takip ediyorlar.

Top arabasından, cenaze arabasına nakil ediyorlar naaşını.

Çelenkleri üzerine koyuyorlar ve son yolculuk başlıyor.

İstanbul’un garip trafiği ve acaip yollarında, flaşlarımızı yakıp, konvoy halinde,
kabristana doğru gidiyoruz.

Kabristanda da askerler, komutanlarını kimseye bırakmıyorlar.
Kanlıca mezarlığının dik yollarından aşağı doğru, kabrine kadar onu özenle taşıyorlar.

Ayaklarımızın altında Boğaz, solda Boğaziçi köprüsü, sessizce geçen gemiler.
Hoca mezarının kenarında duasını okurken, hepimiz içimizden eşlik ediyoruz ve onu sevenler özenle toprağa indiriyorlar.

Biz kadın kısmını biraz uzakta tutuyorlar.

İçimden babamla konuşuyorum.

Vedalaşıyorum.

Islak toprak kokusu burnuma doluyor.

Askerler yanımızda, tabuta sarılmış bayrağı saygıyla topluyorlar.

Son selamlarını verip, gidiyorlar.

Babacığım gönlüme ve kalbime yerleşmiş, bedeni orada kalmış bir şekilde eve dönüyoruz.

Dualarla helvasını yapıyoruz.

Dostlarımız getirdikleri yiyecekleri, özenle sofraya yerleştiriyor.

Şefika’cık ağlıyor, babama dua ediyor, helvasını yapıyor, evi hazırlamış.

Hoca saat 5’de duasına başlıyor.
Ev, dostlarımız, arkadaşlarımız, ailemiz ile doluyor.
Sokak kapımız açık. Sessizce gelen komşular, ellerini açıp duaya katılıyorlar.

Biliyorum yarın ev, sessiz duvarları ile, geride kalanlara kalacak.

Babam onu hatırlayan ve bilenlerle gönüllerde ve kalplerde yaşayacak.

 

Senin küçük kızın, bugün büyüdü artık babam.




Bu yolculuğu benimle paylaşanlara, en derin sevgilerimle...
Tülin Erkaya
Eylül 2009

 

 

 

 

 

 

       

 

 

 

   

 

 

 

 

 

 

 


YORUMLAR
[ 04 Mayıs 2016 Çarşamba ]  ceyhun bayri
cennet mekanı olsun erdal gemisinde süvari idi çok iyi günlerimiz oldu sene 1979
[ 24 Eylül 2009 Perşembe ]  Başak
Çok ağlattın beni Tülin'im. Başınız sağolsun tekrar. Öpüyorum.
[ 26 Eylül 2009 Cumartesi ]  Tülay Ardan Taşçıoğlu
Canım Tülin İstanbul dışında olduğum için eniştemin merasimin de bulunamamıştım. Video'yu seyredince kendimi sizlerle beraber gibi hissettim. Çok iyi bir kızı hayırlı damadı,güzel torun ve torun çocukları olan şanslı ve çok iyi bir babaydı. Gözden gönüle geçti. Tanrım yerini cennet eylesin. Sizlere sabırlar versin Seni çok seviyorum Ablan Tülay Thu at 11:21pm ·
[ 27 Eylül 2009 Pazar ]  Serap
Tulincigim- Nasil basin sag olsun diyecegimi bilemiyorum. Inanamiyorum Ismail amcayi kaybettigimize... Yazilarinla beni aglattin ama senki bende yanindaymisim gibi hissettim. Canim ne soyliyecegimi bilemiyorum, bildigin gibi Ismail amca benim de cok sevdigim bir amcamdi, bizim cocukluk yaslarimizda bizlere hakiki erkegin, babanin nasil olacagini ogreten ornek bir adam, amcaydi hepimize. Onu hepimiz cok ozliyecegiz, ve her zaman gonullerimizde yasatacagiz. Allah tum ailenize sabirlar versin, ve bundan sonra Ismail amcanin hayatini hepberaber kutlayalim. Hepinizi operim,
[ 28 Eylül 2009 Pazartesi ]  Nazan Sinoplu
Sevgili Tulincim, ogrendigimde yetismem imkansizdi saat bire geliyordu arkasindan msjla veya telefonla bas sagligi dilemeyi hic istemedim, gunlerdir hep aklimda ve kalbimdesin ama maalesef gelemedigim icin cok ozur dilerim. Simdi gunlugunu okumaya baslayinca baktimki vedalasamadigim annemle icimden sayende vedalastim, cok zor gunler gecirmissin. Tulincigim haberim olmadigi icin yaninda olamadim ama tek tesellisi inan bana vedalasabildin, elini tutup gozune bakip Allahin cektirmemesi icin dua edebilmek bile inan bana Allahin bir lutfu olabiliyor. benim gibi gece telefonla sakalasip, ertesi sabah bulamadigin zaman vedalasamamanin ne kadar onemli oldugunu anlayabiliyorsun, ama eminimki onlar bizlerin yaninda. Seninle devamli gorusemesekte kalbimdeki yerin cok ozel, seni cok seviyorum arkadasim. ilk firsatta gorusmek dilegi ile. Artik bir kitaba baslamani diliyorum. o kadar guzelki yazilarin eline aklina yuregine saglik. Nazan Sinoplu Eylul.26.2009 7:57 PM
[ 28 Eylül 2009 Pazartesi ]  Ayse Erler
Tülin'cigim! Basin sag olsun, Allah sabirlar versin.Senin icin babanin ne kadar kiymetli oldugunu biliyorum. Daha gecenlerde konusmustuk. Unutmanin imkansiz,üzüntünün azalmasinin mümkün olmadigini cok iyi hissedebiliyorum.Ancak, böylesine mükemmel bir babaya sahip olmuş olmanin gururu ve ayricaliği seni biraz belki teselli edecektir. Allah gani gani rahmet eylesin.! September 17 at 11:52am
[ 28 Eylül 2009 Pazartesi ]  basak pelister sakir
Keske bu okudugum bir kitap olsaydin aglayip,bu bir kitap gercek degildi diyebilseydim.ne mutlukii boyle bir kizi,damadi ve torunlari var,sizlerin mutlu ve huzurlu oldugunuzu son nefesde elleriniz kenetlenmis gormesi.tek yavrusunun onu cok iyi anlamis olmasi.biraz evvel babama ve anneme tekrar sarildim. Bazen onlara yeterince tessekkur edemedigimizi farkediyorum. Evlat sevgisini simdi yeni anladim. Hayattaki tek istekleri bizim yuzumuzun gulmesi,her anlamda mutlu olmamiz. Baska onemli ne varki.
[ 29 Eylül 2009 Salı ]  Evrim Karabal
İsmail amca ile ilgilenmek , onun dertlerini dinlemek bizim için zevkti. Hastalıklarıyla ilgilenirken araya sıkıştırdığı esprili hikayeleriyle yüzümüzü güldürdü, bazen bize küstü, bazen sinirlendi ama hepsi gerçekten güzeldi. Mekanı cennet olsun. Arda kalan özlemek oluyor yoğunca. Sizi ve İsmail amcayı yaklaşık 6 senedir tanıyorum ve çok iyi bir evlatsınız Tülin hanım . Umarım bende sizin gibi bir evlat olabilirim. Yazdıklarınız yüreğinizdeki şuanın ve sonrasının özlemi. Özlemleriniz solmasın..Sevgilerimle

Adınız

 

Yorumunuz